MHP GENEL MERKEZİ BÜNYESİNDE AHMED CEVAD ENSTİTÜSÜ KURULUYOR…

Devlet Bahçeli: Ahmet Cevat Sözün Başı, Geleceğin Sonsuzluğudur!”

Azerbaycan Milli Marşı yazarı ve Türk Dünyasının Milli Marşı Kabul Edilen “Çırpınırdın Karadeniz”in söz yazarı Ahmed Cevad’ın doğum gününün 132. yıl dönümü münasebetiyle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin talimatları ile Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi bünyesinde Ahmed Cevad Enstitüsü kurulması kararı alınmıştır. Söz konusu enstitünün başına Sayın  Bahçeli’nin tensipleri ile Genel Başkan Başdanışmanı Prof. Dr. Ruhi Ersoy getirildi.

Hatırlatalım ki, öncesinde  Azerbeycan Milli Marşının ve Çırpınırdın Karadeniz’in söz yazarı Ahmed Cevad’ın Doğumunun 132.yılına ithafen TÜRKSOY heyeti ve Ahmed cavad ailesinin fertlerinden Nicat Emiroğlu Güliyev, Anar Ahundzade, MehinBanu Guliyeva ve Yılmaz Ahundzade MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti.

Ziyarette, Türksoy Genel Sekreteri Sultan Rayev, İstiklal şairi ve Azerbaycan Milli Marşının söz yazarı Ahmed Cavad’ın Türk dünyasının mümtaz şahsiyeti ve bir cesaret timsali olduğunu belirtti. Rayev, Cavad’ın hayatının ve ortaya koyduğu eserler ile dönemin en parlak, en güçlü temsilcilerinden biri ve milli duruşlu bir fikir adamı, hümanist ve hayırsever bir entelektüel olarak ismini sadece Azerbaycan’ın ve Türkiye’nin değil tüm Türk dünyasının edebiyat ve düşünce tarihine altın harflerle yazdırmayı başardığını söyledi.

Cavad’ isminin bugün bile Türk dünyasının bağımsızlığı ve özgürlüğü ile anıldığını belirten Rayev, TÜRKSOY’un Ahmed Cavad ailesinin isteğini de dikkate alarak Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye Türk dünyasına vermiş ve vermekte olduğu hizmetlerinden, Türk Milli Ülküsü’ne katkılarından dolayı ‘Ahmed Cavad Onur Madalyası’nı takdim etti.

Bunun yanı sıra Rayev, Ankara’daki TÜRKSOY merkezi için arsanın tahsis edilmesi ve binanın inşa edilmesinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 57. Hükümet Başbakan yardımcılığı görevinde iken inisiyatifleri ve olurları ile gerçekleştiğini hatırlattı. Rayev, bu vesileyle Bahçeli’ye TÜRKSOY ailesi adına şükranlarını sundu.

Prof. Dr.  Ruhi Ersoy ise Ahmet Cevat’ı kısa olarak böyle anlattı: “Ahmet Cevat, Azerbaycan milli marşının söz yazarı. (Resimde ölmeden kısa bir süre önce) Gence’ye bağlı Şemkir’de doğan Cevat, Balkan Harbi’nde Trakya cephesinde gönüllü savaştı. I. Dünya Harbi’nde Doğu Anadolu işgale düşünce bölgedeki halka yardım etti. Yaşanan vahşetlere üzüldü Türk ordusunun başarısı için içinden geçen duaları şiirine yansıttı. En büyük duası, “Çırpınırdı Karadeniz” şiiri oldu. Türk ordusunun başarıyla sevindi, kayıplarına üzüldü.

1937’de Türkçü olmakla suçlandı, 12 Ekim’de kurşuna dizilerek idam edildi. Onun manevi mirasını aile adına Azerbaycan hükümeti önceki bakanlarından Necat Guliyev yaşatmak için şiirlerini besteliyor, en güçlü seslere icra ettiriyor, sanat, estetik ve milli ruhu birleştiren çalışmalarla bu yüksek ruhlu insana onun kadar yüce duygularla sahipleniyor” dedi.

Çırpınırdın Karadeniz şiirinin yazılış hikayesi çok ilginç…

Çırpınırdın Karadeniz şiiri, 1914 de Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girmesini büyük bir merakla ve heyecanla izleyen Azerbaycan şairi Ahmet Cevat Hacıbeyli tarafından yazılmıştır.

Bu şiir, Nuri Paşa’nın kumandasında Osmanlı askerlerinin Azerbaycan Türklerini Ermeni ve Rus soykırımından kurtarmak için yaptığı fedakârlığa atfen bestelenmiştir. Gence de yazılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Ahmet Cevat, Türkiye’ye gelerek Çanakkale başta olmak üzere çeşitli cephelerde Türk düşmanlarıyla savaşmıştır. Ermeni mezalimine uğrayan Kars, Ardahan ve Oltu’ya “Bakü Müslüman Cemiyeti Hayriyesi” adlı kuruluş kanalıyla gelmiş ve uzun süre kalarak, yetimleri ve açları doyurmuş, giydirmiştir.

Ahmet Cevat, o günlerde verdiği mülakatta şöyle diyor:

Bizim Kars ve Ardahan’a gittiğimizden o kadar memnun oldular, o kadar sevindiler ki, gözlerimiz yaşardı. Hepsinin solgun dudağından boyasız bir tebessümle beraber şu sözleri işitiyorduk: “Hamdolsun Allah’a bizim de cana yananlarımız varmış. İnsan ölürken de kardeşinin kucağında ölmelidir. Yaşasın kardeşlerimiz:” Bu sözler kardeş yardımına koşan Azerbaycan halkına minnettarlık, şükranlık cevabıydı,” demiştir.

Bu büyük şair, 1937 de Stalin tarafından “Türk casusluğu ve Türklere yardım etme” suçlamasıyla, kurşuna dizilmiştir. Ondan sonraki yıllarda, yıllarca Deniz Hilali Sevdi, Hilal’de Denizi. Tabi uzaktan uzağa 70 yıl boyunca.

Burada bu sayfada sizlere “Ahıska da Bir ermeni Gelin Sara” adlı kitabımdan bir sayfa aktarmak istiyorum. Bu büyük dedem Miralay Mürsel’in ve onun yeğeni Emrah’ın Ahmet Cevat’la yaşamış oldukları bir hatırattır.

Epeyce yürüdükten sonra, çınar ağaçlarıyla gölgelenen bir meydana geldiler. Meydanın karşısında eski tarihi bir konak vardı. Emrah, “İşte bu bina dayı seni tanıştıracağım insanlar buradalar şu anda, haydi gidelim bizi bekliyorlar.” dedi.

Emrah’la dayısı Mürsel, konağın kapısına gelir gelmez daha kapıyı vurmadan kapı açıldı. Ev sahibi, Emrah’ı öz kardeşi gibi sarılıp öptü. Mürsel’e baktı. “Bu efendiyi bir yerlerden tanıyorum ama şimdi çıkaramadım” dedi. “Hele buyurun içeri girin konuşur tanışırız.”

Konuklar içeri girip ev sahibinin çalışma odasındaki sedirlere oturdular. Mürsel, “Ben sizi tanıyorum” dedi. “Kars’ta, Sarıkamış’ta, Ardahan’da Kardeş Kömeği Derneğinden. Ben o zaman yüzbaşıydım. Yüzbaşı Mürsel Ahıska’lı Hasan Ağa’nın oğlu.”

Bu vefalı adam eski dostunu karşısında böyle görünce çok üzülmüştü. “Hey gidi seneler hey” dedi. “İnsanları nasılda değiştiriyor.” Bu iki koca adam ayağa kalktılar birbirlerine hasret kalmış küçük çocuklar gibi sarıldılar.

Emrah, sevinçle ikisini seyrediyor, başını sağa sola sallıyordu. İçi mutlulukla dolmuştu. Orada bulunanların hepsi hayatlarının bir dönemini, topraklarını, sevdiklerini çok uzaklarda bırakmış, bezgin, yürekleri sızılı ve yorgunlardı. Yinede her şeye rağmen eski dostlar birbirlerini bulmanın heyecanı içinde sohbet ettiler, yemek yediler, kahvelerini içerken; ev sahibi Üzeyir Bey, bir kitaba uzandı. Arap harfleriyle basılmış bu antolojinin sayfalarından birinin arasına kalem koymuştu. Okumaya başladı. Okuduğu şiir, Azerbaycan’ın İstiklal Şairi Ahmet Cevat’ındı.

Üzeyir Bey durdu. Kıtayı bir daha okudu. Kâğıda çizdiği resme baktı. Sonra piyanonun üstündeki resme baktı. Taşbasması resim ona Türkiye’den gönderilmişti. Hamidiye’nin resmiydi. Türklerin gururu gemi, Sivastopul’u bombalayan, Yunan Harp gemilerini bombalayan gemi… Odada bulunanlar merak etmişlerdi. Üzeyir Bey, büyülenmiş gibi neye bakıyordu? Herkes ayağa kalkmış piyanonun üstündeki resme bakmaya başlamışlardı.

Üzeyir Bey konuklarına “Bugün 8 Eylül” dedi. “Türk Ordusu bir aydan fazladır harp ediyor. Ordularımız İzmir’e yaklaştı diye yazıyor gazeteler. Tanrım sen kötü gün gösterme, ordumuzu muzaffer eyle, kalemizi koru” diye dua etti. Hep bir ağızdan amin dediler.

Üzeyir Bey ayaktayken piyanonun tuşlarına bastı. Bir segâh nağme üstünde parmaklarını dolaştırdı. Sonra oturdu. Gözünü Hamidiye’den ayırmadan tuşlarda parmaklarını gezdirmeye başladı. Yüreğinden gelen coşkuyla Ahmet Cevat’ın mısralarını söylüyor nağmesini çalıyordu. Misafirler büyülenmiş gibi dinliyorlardı. Birden odanın kapısı tıklandı. Çalıp söylemeyi kesti. Gelen yabancı değildi. Can dostu arkadaşıydı. Yeni gelen dost misafir, oradakilerin buğulu gözlerini, titreyen dudaklarını görünce telaşlandı. Konukların ellerini sıkıp, hal hatır sorduktan sonra döndü merakla “Üstat ne oldu? İyi misin?” diye sordu.

Üzeyir Bey, “Hiiç! Dostum iyiyim. Korkacak bir şey yok merak etme” dedi.

Adam piyanonun başına geldi, notaya baktı, melodiyi içinden okudu, güfteyi görünce çok endişelendi. “Üstat böyle şeyler yazılır mı? Adamı sürerler, hapislerde çürütürler, belki de asarlar” dedi.

“Evet! Dostum deliyim. Burada bulunanların hepsi de delidir. Vatanının, milletinin, namusunun delisi,” dedi. Bu cevabı alan misafir, odadakilere şöyle bir baktı. Hepsi gözlerini yere indirdiler. Cebinden çıkardığı, kırmızı boncuk üzerine ay yıldız işlemeli tespihini öptü.

“Eh öyleyse ben de deliyim! Çal”

Üzeyir Bey, bu şiiri bestelediğinden beri hayatının hiçbir döneminde böyle çalıp söylememişti bu eseri. Odadakiler de katılmıştı hep bir ağızdan üç dört kez çaldılar söylediler. Neredeyse sabah olmak üzereydi. Hiç birinin gözüne uyku girmiyordu.Türk Ordusu Yunan’ı önüne katmış kovalıyordu. İzmir’in kurtuluşu an meselesiydi.

O sabah bir ara konağın önündeki meydanda bir hareketlenme olduğunu fark ettiler. Topluluk gittikçe kalabalıklaşıyor ve evin önüne doğru geliyordu. Halk bağırıyordu. Camı açıp dinlediler.

”Üz-ze-yir Beyyy! Gözümüz aydııınnnn!” Üzeyir Bey telaşlanmıştı. “Ne oldu? Niye bağırıyorsunuz sabahın bu saatinde?”

Kalabalık, hep bir ağızdan haykırdı. “Telgraf geldi, ordumuz galabe geldi! Türk Süvarileri, İzmir’e girmiş, Yunan askeri kaçıyor! Onlar kovalıyorlar!”

Odada bulunanların hepsi sevinç ve coşkuyla birbirlerini kutladılar, sarıldılar, kiminin gözleri dolmuş, elini yüreğinin üstüne koymuş, sevinç çırpıntılarını dinliyor. Kimisi de göz yaşlarını koyuvermişti.

Üzeyir Bey piyanonun başına geçti, bir daha çaldı hep bir ağızdan okumaya başladılar. Dağ pınarlarının sesi gibi bir ses yayıldı odaya. Bu sadece bir türkü değildi, geceyi yaran ışık gibiydi. Yükselen notaların her biri yüreklere dokunuyordu. Mürsel, daha önce hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden bu kadar etkilenmemişti. Bu adamın önünde diz çökmek, eline sarılıp öpmek istiyordu. Ama durdu, yanaklarından dökülen yaşları bastırmaya çalıştı. Emrah anlamıştı dayısının ne yapmak istediğini. Eğildi Üzeyir Beyin ellerine sarıldı ve öptü. Dayısına baktı. Mürsel memnun oldum der gibi gözlerini kırptı yeğenine. Onları bu derece etkileyen eser şuydu:

Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türkün Bayrağına
Ah diyerdim, heç ölmezdim düşebilsem ayağına
Ayrı düşmüş dost elinden yıllar var ki çarpar sinem
Vefalıdır geldi giden yol ver Türk’ün bayrağına

 İnciler dök gel yoluna sırmalar diz sağ soluna
 Fırtınalar dursun yana selam Türk’ün bayrağına
 Hamidiye ve Türk kanı hiç birinin bitmez şanı
 Kazbek olsun ilk kurbanı selam Türk’ün bayrağına

Dost elinden esen yeller bana şiir selam söyle
Olsun bizim bütün eller kurban Türk’ün bayrağına

Hepsi birden eski, yeni birçok türkü ve marş hatırlayıp söylüyor yorulmak nedir bilmiyorlardı. Herkes eğleniyordu herkes sevinçliydi. Hepsi de çevrelerindeki bütün insanların en yakınları olduğuna yürekten inanıyordu. Başka türlü nasıl olabilirdi ki?..

Not: Zamanında Türkü ve Türkün hukukunu savunan Ahmet Cavad’ı bunun için kurşuna dizdiler. “Çırpınırdı Karadeniz” şiiri için bunu okumak mı olur? Hapislerde çürürüz denilen şiir bugün dünyada diller ezberi oldu. En gür sesle okuya biliyoruz çok şükür. Sayın Bahçeli ise bir zamanlar Türkün hukukunu savunduğu için sesini kesenlere bir kararı ile siyasi ve tarihi bir ders vermiş oldu diyebiliriz!

 

Haber: Ülker Fermankızı