Bir Masalın İçinden Günümüze
Azerbaycanlı yazar Celil Memmedkuluzade’nin “Ölüler” eserinde unutulmaz bir sahne vardır. Küçük bir kente gelen Hoca Efendi ve yanında imam, halkı toplar ve şöyle der:
“Biz ölülerinizi diriltmek için geldik. Kim ölüsünü diriltmek istiyorsa ödemesini yapsın, ertesi gün gelip ölü yakınını diri haliyle evine götürsün.”
Halk heyecana kapılır. Bazıları ölen abilerini diriltmek için para verir, kimileri ricada bulunur: “Sakın diriltme, evimde yaşıyor, hakkını ister” der. Herkes kendi çıkarı ve beklentisine göre hareket eder. Böylece ölüleri diriltmeye gerek kalmaz; vaatlerin yarattığı algı süreci kendi kendine yönetir.
Bu süreçte dikkat çeken bir karakter de Keyifli İskender’dir. Hem alkol alan hem de eğitimli bir birey olarak, ölülerin diriltme sürecinin gerçek olmadığını her fırsatta dile getirir. Ama ne söylerse söylesin, kimse onun sözlerine mahal vermez; halk vaatlerin büyüsüne kapılmaya devam eder.
Bugün “Terörsüz Türkiye” sürecinde de bir “Keyifli İskender” var gibi, ama kim olduğunu çıkarmak hayli çetin ve bu benzer tablo dikkat çekici: Gerçekleri hatırlatan, sürecin meçhul vaatlerden ibaret olduğunu dile getiren sesler çoğu zaman görmezden gelinmiyor da değil. Bu metafor, günümüz Yalova ziyaretlerinin ele alınışına çarpıcı bir giriş oluşturuyor gibi…
Yalova Ziyaretlerinde Ölüler Eseri…
Bugün Yalova’ya gelen siyasi heyetler—MHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi—benzer bir mekanizmayı işletiyor. Esnaf ve kurum ziyaretlerinde vaatler sıralanıyor: “Her şey daha iyi olacak, iktidara geldiğimizde daha güzel olacak.” Ama toplum bu sözlere çoktan inanmıyor; tıpkı çocukların Noel Baba masalına inanmayı bıraktığı gibi.
MHP açık ziyaret yapsa da basına gerek duymamağı tercih ediyor. Tesadüfen haberdar olan gazetecilerin varlığını hissettiklerinde ise birbirlerini “Basın var, dikkat et” diye uyarıyorlar da… İYİ Parti ve Zafer Partisi’nde ise ya kurumlar çekime engel oluyor, ya da partililer “yayınlamayın” diyerek basını sınırlandırıyor…
İkna Süreci ve “Geri Çevirenler”
Ölüler eserinde bir adam abisini diriltmek için para verirken, komşusu hocaya para verip diriltmemesini sağlamaya çalışır. Günümüzde de benzer bir tablo var:
Bir taraf, “Terörsüz Türkiye” sürecine toplumu ikna etmeye çalışıyor.
Diğer taraf, “İhanet süreci” diyerek toplumu geri çeviriyor.
Tıpkı Memmedkuluzade’nin eserinde olduğu gibi, her iki etki bir araya geldiğinde, sürecin sonucu toplumun kendi çıkarları, algıları ve tepkileri üzerinden şekilleniyor. Vaatler ne kadar güçlü olursa olsun, toplumun tepkisi süreci kendi doğal dengesine oturtuyor.
Basının Rolü ve Şeffaflık
Eğer bu süreç gerçekten halkı bilgilendirmek için olsaydı, basın merkezde olurdu. Ancak basının kısıtlanması, ziyaretlerin perde arkasında yürütülmesi ve vaatlerin sadece küçük alanlarda dile getirilmesi, bu sürecin bir propaganda mekanizması olduğunu gösteriyor. Tıpkı “ölüleri diriltme” mekanizması gibi, sözlerin kendisi halkı yönetmek için kullanılıyor; vaatlerin gerçekliği ise ikincil bir mesele haline geliyor.
Modern Masalların Gölgede Kalan Sahnesi
Yalova’daki bu ziyaretler, sadece partilerin halkla buluşması değil; aynı zamanda gerçekleşmesi meçhul vaatlerle halkı oyalayan, kapalı kapılar ardında yürüyen bir ikna sürecinin modern versiyonu. Çünkü masallar değişiyor, karakterler değişiyor; ama yöntem hep aynı kalıyor: “vaatlerle umut yarat, basını dışla, süreci kontrol altında tut” şeklinde.
Toplum artık bu masallara şüpheyle bakıyor…
Ama sahne devam ediyor; ziyaretler, vaatler, küçük umutlar… Ve tıpkı Ölüler’de olduğu gibi. Bir daha altını çizmek gerekir ki, sürecin gerçek işleyişi halkın kendi algı ve tepkileri üzerinden belirlenmesi için uğraşılıyor.
Bir taraf ikna etmeye çalışıyor, diğer taraf geri çeviriyor. Hal böyle olunca sonuç ise Ölüler’de olduğu gibi toplumun kendi iç dengesinde şekillenmesi bekleniyor…
Bu tablo bize, siyasetin modern sahnesinde şeffaflığın ve gerçek bilginin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.
Elde Var Sıfır: Terörsüz Türkiye Üzerinden Algı Yönetimi
Yalova’ya yapılan siyasi ziyaretler, yüzeyde esnaf ve kurum teması gibi görünse de, perde arkasında çok daha karmaşık bir stratejinin işlediğini fark etmek mümkün. Sözde “ikna süreci” adı altında taraflar savundukları doğrularına dayanarak verdikleri vaatlerle halkı umutlandırıyor. Aslında ise toplumun kendi algı ve tepkilerini ölçen bir test mekanizması işlevi görüyor.
MHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi heyetleri, kapalı kapılar ardında, basından uzak ve kontrollü ziyaretlerle sahneye çıkıyor. Basın davet edilmiyor; tesadüfen haber alanlar ise adeta “Dikkat et, basın var” uyarılarıyla geniş bilgi elde etme imkanı engelleniyor. Bu süreç ise sadece partiler tarafından engellenmiyor, ziyarette bulunulan kurumlar da “geniş bilgi elde etme imkanını” engelleme mekanizmasına katkı sağlıyor. Bu durum, yüzeyde şeffafmış gibi görünen ama aslında tamamen kontrollü bir süreç olduğunu ortaya koyuyor.
İşte burada ortaya çıkan tablo, tıpkı bir “elde var sıfır” projesi gibi işliyor. Toplumun tepkisi ve algısı ölçülüyor, her adım stratejik bir veri haline geliyor. Bir taraf “Terörsüz Türkiye” projesi üzerinden ikna çabası yürütüyor, diğer taraf “İhanet süreci” söylemiyle karşıt yönlendirme yapıyor. Ortada sahte bir denge var; ama bu denge halkın kendi iradesiyle oluşuyormuş gibi gösteriliyor.
Sonuç, klasik masallarda olduğu gibi: Vaatler ve söylemler ne kadar çekici olursa olsun, asıl kontrol halkın algısı üzerinden kurulan stratejide. Toplumun kendi tepkileri, projeyi yürütmeye çalışanlar için bir test; vaatler ise bu testi daha “inandırıcı” kılacak bir araç sadece…
Ve işin en dikkat çekici kısmı: Her şey görünürde şeffaf, her şey yüzeyde ikna edici, ama perde arkasında yürüyen strateji, halkın tepkilerini ölçen, sonuçları analiz eden ve sonraki adımları buna göre belirleyen bir mekanizma.
Yani, Ölüler eseri 1909 senesinde yazılmış. Bu gün sene 2025. Ama hem 1909 hem de 2025’te, halkın algısı yönlendirmek amaçlı belirli araçlar kullanılıyor. Vaatler, propaganda ve kontrollü iletişim hep ön planda.
Halkın tepkisi, stratejiyi yönlendirenler için kritik bir veri…
Fark hiç yok mu, diye sorarsanız, “Var”. Yani eğer 1909’da ikna daha çok dini ve geleneksel otoriteye dayanıyordu; bilgi akışı yavaş ve sınırlıydıysa, 2025’te ise dijital veri, medya ve sosyal medya ile halkın tepkileri anlık ölçülüyor ve strateji çok daha dinamik biçimde ayarlanıyor ve yine de sene teknoloji senesi olsa da, bilgi akışına sınırlama getirmeğe çalışan siyasileri ve kurumları göre biliyoruz..
Kısacası, 1909’da ikna süreci gelenek ve dini otorite üzerinden yürütülüyorduysa, 2025’te ise dijital veri, medya ve stratejik mesajlarla modern bir versiyonu işleniyor.
Yani, temel mantık aynı…
Yazar: Ülker Fermankızı