Bir gün, dağıttığım çocuk kıyafetleri için gelen mesajların arasında farklı bir satır belirdi:
“Kızımın giyecek hiçbir şeyi yok. Postayla gönderebilir misiniz? Rica ediyorum.”
İlk anda öfke sardı içimi. Postane kuyruğu, yapılacak masraf, benim de dertlerim varken neden böyle bir yük üstlenmeliydim?
Tam o anda geçmişten bir anı canlandı zihnimde. Hamileliğimde, paramızın yetmediği o zorlu günlerde nasıl çaresiz hissettiğimi hatırladım. Belki de onun hâli, benim yıllar önceki hâlimdi.
Bir kutu hazırladım: küçük bir ceket, birkaç elbise, tayt, mont…
Nakliye ücretini ödedim ve gönderdim. Ardından da hayat telaşına karışıp unuttum.
Bir yıl geçti. Bir öğleden sonra kapımda bantlarla sarılmış, hafif bir kutu buldum.
İçinde kıyafet yoktu. Renkli çocuk çizimleri, özenle kurutulmuş kır çiçekleri, birkaç kavanoz ev yapımı reçel ve titrek bir el yazısıyla yazılmış uzun bir mektup vardı.
“Beni hatırlıyor musunuz?” diye başlıyordu. “Bir yıl önce kızım için bana kıyafet göndermiştiniz. Soğuk bir evde yaşıyorduk, giyecek hiçbir şeyimiz yoktu. O gün paketinizi aldığımızda kızım aynanın karşısında elbiseleri denerken gülüyordu; ben de onunla birlikte güldüm, uzun zamandır ilk defa. Bugün biraz daha iyiyiz. Size minnettarlığımızı göstermek istedik. Çizimler kızımın, çiçekleri birlikte topladık. Reçelleri de ben yaptım. Yağmurlu bir günde bir bardak çayla tadına bakarsınız umarım…”
Satırlar ellerimde titredi. İçimde tuhaf bir karışım vardı: minnettarlığın sıcaklığı, eski acıların kokusu ve sükûnetin hafifliği. O an anladım ki, bir yıl önceki küçücük jestim, başka bir hayatın umuduna dokunmuştu.
Sonra yazışmaya başladık. Adı Maria’ydı. Gijón’da yaşıyor, eczanede çalışıyordu. Kocası şofördü, küçük kızının adı Lucía’ydı.
Satır aralarında yorgunluğu hissediliyordu ama şikâyet etmiyordu. Yavaş yavaş aramızda görünmez bir bağ kuruldu.
Aylar sonra tatil için yolum o şehre düştü. Cesaretimi toplayıp yazdım: “Buradayım. Görüşmek ister misin?”
Uzun bir sessizlikten sonra utangaç bir yanıt geldi: “Bilmiyorum… biraz çekiniyorum.”
“Yalnızca bir kahve. Artık yabancı değiliz.”
Ve buluştuk…
Küçük bir kafede, kalbim hızlı hızlı çarparken kapıdan içeri girdi. Saçlarını at kuyruğu yapmış ince yapılı bir kadın, yanında pembe elbiseli, iri gözlü küçük bir kız… Lucía elinde küçük bir oyuncak ayı tutuyordu. Onu bana uzattı:
“Bu senin için.”
O an sarıldık, sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi. Çaylarımızı içtik, sohbet ettik. Çocuklar kahkahalarla etrafta koşuştururken biz de yavaş yavaş kelimelerimizi paylaştık.
Ve ben, bir yıl önce neredeyse önemsemeden gönderdiğim o paketin, bugün hayatımda böylesine değerli bir dostluğa dönüştüğünü fark ettim.
Şimdi, hâlâ o çizimleri ve kurutulmuş çiçekleri saklıyorum. Bazen çıkarıp bakıyorum.
Düşünüyorum: Dünyada ne kadar kayıtsızlık var… ama tek bir kez el uzatırsınız, o iyilik yankı yaparak size döner.
Çünkü görünmez iplerle bağlıyız birbirimize.
Ve küçük bir eylem, bir başkasının hayatını değiştirdiği gibi, sizin de hayatınızı değiştirebilir…
İzmir’den Selamlar!
Yazar: Serdar Akçay











