Bir Çağın Kapandığı, Bir Milletin Doğduğu Gün: 29 Mayıs 1453

Prof. Dr. Osman Vançin / Paris, 2025

 

Bismillahirrahmanirrahim…
“Allah Allah! Allah Allah!” sesleri, göğü inleten bir iman yankısıydı o sabah. Osmanlı askeri hücumdaydı.

29 Mayıs 1453… Kostantiniyye’nin son günüydü. Ortalık mahşer yeri gibi; toz, duman, ateş… Ve gökleri titreten bir patlama: Şahi topu Bizans surlarının kalbine vurmuştu.

O an yalnız bir şehir değil, bir çağ da sarsılıyordu.
Mehterin cenk havası semayı doldurmuş, asker galeyana gelmişti. Tarih, dönülmez bir eşiğe varmıştı artık.

Kuşatma iki ay önce başlamıştı. Bizans, o gün kutsal Yortu Günü’nü kutluyordu. Bu, belki de son umutlarının simgesiydi.

İmparator XI. Konstantin, Ayasofya’da dua etmiş, Meryem Ana ikonası önünde diz çökmüştü. Fakat dua yerine korku, inanç yerine çıkar ağır basmıştı.

Altın ikonalar, savaşın sonunda eritilerek paralara dönüştürüldü. Çünkü inanç, altının karşısında yenilmişti.

Bizans, kurtuluşu paralı lejyonerlerde aramıştı. Oysa karşılarında, Allah’a tevekkül etmiş bir ordu vardı: Sultan II. Mehmet Han’ın ordusu. Henüz 21 yaşında bir deha, “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u” diyerek yola çıkmıştı.

Şahi topunun planını kendi eliyle çizmiş, Urban ustaya döktürtmüştü. 30 tonluk demir zincirlerle kapatılan Haliç’in geçilmez sanıldığı o günlerde, gemileri karadan yürütme fikri doğdu. Ve bir gece ansızın, Osmanlı gemileri Haliç’e indi. İşte o meşhur söz, tarihe böyle kazındı: “Bir gece ansızın gelebiliriz.”

28 Mayıs gecesi…

Gökyüzünde kızıl bir dolunay yükseldi. Ordu uyumadı. Sabah namazını bizzat Sultan Mehmet kıldırdı. Ve o emir geldi:

“Hücum!”

“Allah Allah!” nidaları, top sesleriyle birleşti. Önce başıbozuklar, ardından acemiler, sonra disiplinli askerler… Her biri surlara doğru aktı.

Sonunda Ulubatlı Hasan, sancağı surlara dikti. Göğsü oklarla delik deşik olmuştu ama elleri bayrağa kilitlenmişti. O bayrağı oradan kimse indiremedi. Türk askeri, o an zaferi kazandı. Kostantiniyye düştü. Bir çağ kapandı, yeni bir çağ açıldı.

Fatih Sultan Mehmet Han, atının üzerinde Topkapı surlarından içeri girdiğinde, doğruca Ayasofya’ya yöneldi.

“Burası artık camidir” diyerek ferman buyurdu ve ilk şükür namazını kıldırdı.
O sırada halk, hocası Molla Gürani’yi Sultan sanıp çiçekler sunduğunda, Molla Gürani, gülümseyerek o genci işaret etti: “Ben Sultan değilim, Sultan odur.”

Fatih Sultan Mehmet Han, 21 yaşında bir cihanın kaderini değiştirmişti.
Kızıl Elma’ya ulaşılmış, “İslambol” artık İstanbul olmuştu.

Aradan yüzyıllar geçti. 1934’te müze olan Ayasofya, 2020 yılında yeniden asli kimliğine kavuştu. Yargı kararıyla alınan bu tarihi adım, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla tarihe geçti.

567 yıl sonra, fetih ruhu yeniden dirildi.

Bu sadece bir karar değil, bir ruh dirilişidir. Tarihle bağın yeniden kurulmasıdır. Ve belki de, Evliya Çelebi’nin kaleminden fışkıran o ruhun, yüzyıllar sonra yeniden kağıda dökülmesidir.

Ben orada mıydım, diyebilirsiniz.
Belki bedenen değil…
Ama kim bilir, belki ruhum o meydanlarda dolaşıyordu. Çünkü her Türk gibi ben de o ruhun mirasçısıyım.

Bugün Ayasofya yeniden cami…
Fetih ruhu yeniden dirilmiş durumda. Kaderde varsa yaşanıyor, yazılıyor.

Ne mutlu Türküm diyene… Nice fetihlere, nice dirilişlere inşallah. Amin.

 

 

Prof. Dr. Osman Vançin / Paris, 2025