Türk Diplomasisi Tüm Cephelerde Yeniden Aktif Hale Geliyor…

Dış politika analizi – Ülker Fermankızı

Bu yılın Ekim ayının ikinci yarısında, Türk Dışişleri Bakanlığı, Ankara için en önemli 7 kavramsal alanı tartışmaya koyulmuş diye biliriz.

Bölgedeki Kürt gruplarla ilişkilerin gözden geçirilmesi,  Kuzey Kıbrıs sorunu, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, İsrail’in Güney Lübnan’daki eylemleri, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki müzakereler, Almanya ile ilişkilerin “yeniden başlatılması” ve en önemlisi BRİKS ekonomi birliğine katılım konusu. 

Altını çizmek gerekir ki, tüm bu konular hem Türkiye’nin dış politikasında hem de ekonomi ve ulusal güvenlik gibi güncel konularla ilgili süreçlerde kilit rol oynamaktadır.

Zamanlama olarak bu konuların  şuan ana siyasi kurs olarak belirlenme nedeni ise, Türk diplomasisinin ve dünyanın en etkili ülkelerinin artan yoğunluğu, büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki başkanlık seçimlerinden önce dış politikasının ana pozisyonlarını belirleme ihtiyacından kaynaklanmaktadır, gibi de yorumlayabiliriz.

Gelelim ilk ana konuya “Kürt Savaşı” – Hatırlatalım ki, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani’nin 16 Ekim’de plansız bir şekilde Türkiye’ye gelmesi, Erdoğan ile görüşmesi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Türk istihbarat şefi İbrahim Kalın ile görüşmesi, Türkiye’nin hem iç ve dış politikası hem de yakın gelecekteki güvenlik sorunları açısından belirleyici olabilir.

Barzani’nin Ankara ziyaretinin son derece önemli iki yönüne dikkat çekelim. Birincisi, Irak Kürdistanı’nda 20 Ekim’de yapılması planlanan parlamento seçimlerinin arifesinde gerçekleşti. İkincisi de terörist Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) siyasi kanadı olarak kabul edilen Demokrat Parti’ye yani DEM’e MHP lideri Devlet Bahçeli’nin el uzatması, aynı anda muhalefetin ana partisi olarak tanınan Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanı Özgür Özel’in “Kürtlere bir devlet teklif ediyorum” diye seslenmesi, ardından terörist başı olarak tanınan ve tutukluluğunun 25 yılını dolduran  Abdullah Özalan’ı Meclise Davet Eden,  Devlet Bahçeli aslında “Kürt Savaşı” olarak geçen en önemli siyasi kurs olarak belirlenen bu konunun uygulanmasına start verildiğini gösteriyor.

Diğer taraftan Iraklı Kürtlerin, Körfez’den Avrupa’ya uzanan rota üzerinde Ankara’yı Bağdat’a bağlayan Kalkınma Yolu projesinden dışlanma olasılıkları hakkındaki endişelerinin yanı sıra, PKK’nın Talabani ailesinin kontrolündeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden aldığı destekle ilgili Türkiye’nin endişelerini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Ancak Ankara, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) tarafından kontrol edilen Irak Kürdistanı’nı “Kalkınma Yolu” projesine dahil ederek, eş zamanlı olarak Kürtlerin “bölgesel iştahını“ söndürebilir ki, bu da Bağdat ile Erbil arasındaki ilişkilerin ısınmasında önemli bir rol oynar.

Ancak Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin PKK’ya desteği devam ediyor ve bu nedenle Türkiye, Talabani kontrolündeki bölgelerdeki terör hedeflerini düzenli olarak vurmak zorunda kalıyor.

Aslında Barzani’nin ziyaretinin Ortadoğu’daki savaşın ölçeğinin genişlediği ve yayılma ihtimalinin arttığı bir döneme denk gelmesini  de hesaba katmak gerekir. Bu bağlamda siyasi uzmanlar, Ankara’nın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yanı sıra Barzani’nin KDP’sinden Kürt kökenli bakan ve milletvekillerini de dahil ederek bir “bölgesel denklem” yaratabileceği ihtimalini göz ardı edilmediğinin de altını çizmek gerekir.

Beraberinde ise gelelim Kuzey Kıbrıs meselesine. Resmi bilgilere göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Barzani ile görüşmesinin hemen ardından BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile İsrail-Lübnan savaşı, Ukrayna ve Kuzey Kıbrıs sorununun ele alındığı bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.

Bu görüşmeden bir gün önce ise BM Genel Sekreteri, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides’i New York’ta “4+1” planının tartışıldığı “gayri resmi bir akşam yemeğine” davet ediyor.

Bu toplantıda António Guterres, iki Kıbrıslı lider ile Türkiye ve Yunanistan liderleri, üzerinde defalarca mutabakata varılan ancak hiçbir zaman hayata geçirilemeyen bir fikir olan Kıbrıs konusunda bir zirve düzenlemeye karar bile veriyor. Burada atlamaması gereken konu ise  Ankara ve Atina ile anlaşma sağlanmasaydı bu diplomatik yemeğin gerçekleşemeyeceği meselesidir.  Ama bu konu da her ne kadar gündem konusu olmasa da, New York’taki toplantının, Ankara-Atina hattında son on iki ayda yaşanan ısınmanın doğrudan bir sonucu olarak göre biliriz.

Siyasi uzmanların fikrine göre, Türkiye ile Yunanistan arasında, amaç Kıbrıs sorunu da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz’de yeni bir dengenin sağlanması olan diyaloğun sürdürülmesi, tüm Ortadoğu için yeni bir istikrar sayfasının açılması imkanı olabilir. Fidan, bu amaçla Yunan mevkidaşı ile 8 Kasım’da yapacağı görüşme için Atina’ya gidecek.

Herkesin merak ettiği  hatta endişelendiği bir diğer konu ise “İsrail ile Lübnan arasındaki savaş bölgeye sıçrayacak mı?” 

Belirtilmesi gerek önemli mesele İsrail’in Gazze ve Lübnan’dan sonra Suriye’ye de saldırma ihtimalinin yüksek olması. Aynı zamanda eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Benjamin Netanyahu’nun ABD’yi İran’la savaşa sürüklemek istediğini söyledi. Dolayısıyla Ankara, Netanyahu’nun ABD’deki 5 Kasım seçimlerinden önce bile düşmanlıkların boyutunu genişleteceği varsayımında bulunuyor. İsrail Hava Kuvvetleri’nin Suriye’nin Lazkiye kentine düzenlediği son füze saldırısı bunun doğrulanmasını aslında sağlamış oluyor.

Hatırlatmak gerekir ki, Fidan’ın Guterres’le görüştüğü konular arasında, İsrail’in Lübnan’daki, Türk askerlerinin de dahil olduğu BM barış gücüne yönelik tüm “kırmızı çizgileri” ihlal eden saldırısı da vardı. Bu görüşmeyi göz önünde bulundurarak, söylemek mümkün ki,  Ankara, 5 Kasım’a kadar İsrail saldırılarını önlemeye yönelik diplomatik baskıyı artıracak. Türkiye’nin gelecek planları ise büyük ölçüde ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarına göre şekilleneceği gibi görünüyor.

Rusya-Ukrayna  savaşı herkes için artık rutin gerginlik olarak kabul edilse de, uluslararası kamuoyumda aktüelliğini korumaya devam ediyor. Bu bağlamda Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler’in  17 Ekim’de Brüksel’de gerçekleştirilen NATO savunma bakanları toplantısı öncesinde Kuzey Atlantik İttifakı’nın Ukrayna’ya ilişkin tutumunu eleştirmesini hatırlatalım.

“Otuz ülke Ukrayna’nın mühimmat ihtiyacını karşılayamazken, Ukrayna’yı saflarına kabul ederek Rusya ile savaş riskini almaya hazırlar mı?” – diye Güler, bir soru sordu ve  Kiev’e karşı dürüst yaklaşımın tek doğru yaklaşım olduğunu da vurguladı.

NATO’nun yeni Genel Sekreteri Mark Rutte ise ittifakın ilk toplantısı gündemine Ukrayna’nın NATO üyeliğine davet edilmesi konusunu dahil etmiş, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelensky ise savunma bakanlarıyla “Zafer Planı”nı görüşmeye hazırlandığını duyurdu.

Buna karşılık olsa gerek ki,  Kiev’den destek talep eden Ankara, aynı anda  tekrar ateşkes çağrısında bulundu.  Altını çizmek gerekir ki,  Türkiye, birkaç yıldır Moskova ile Kiev arasındaki müzakerelerde arabuluculuk yapma arzusunu dile getiriyordu. O yüzden bu tutumun Guterres ile Fidan arasındaki görüşmede de dile getirilmesi şaşırtıcı olmasa gerek.

Ardından Azerbaycan ve Ermenistan meselesi de İstanbul’da müzakere masasında tartışma konusu diye biliriz. Burada  Güney Kafkasya Bölgesel İşbirliği Platformu “3+3”ün İstanbul’daki toplantısı da yeni bölgesel gündemin oluşmasında önemli rol oynuyor.  Bu platformdaki daha önceki toplantıların 10 Aralık 2021’de Moskova’da ve 23 Ekim 2023’te Tahran’da yapıldığını da hatırlatalım.

İkinci Karabağ Savaşı sonrasında oluşturulan platformun ana gündeminin Zengezur Koridoru ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında olası bir barış anlaşması konularının  yoğunlaşacağı gibi duruyor.

Başkanlığını Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı toplantıya Azerbaycan, Ermenistan, İran ve Rusya dışişleri bakanları katılsa da, Gürcistan’ın katılmayı reddettiğini ve bunu Rusya ile dalgalanan ilişkilerle açıkladıklarını da göz önünde bulundurmak gerekir.

Gelelim Türkiye ve Almanya konusuna – Erdoğan ile Scholz’un 23 Eylül’de New York’ta gerçekleşen görüşmesinin ardından Berlin-Ankara pistinde uzun zamandır beklenen ısınma süreci başladı. Almanya’nın, “Eurofighter” savaş uçaklarının Türkiye’ye satışına ilişkin vetosunu bu zirve sonrasında kaldırdığını hatırlatalım. Scholz, 19 Ekim’de resmi olarak İstanbul’u ziyaret etti. Yani Almanya Şansölyesi ile Türkiye Cumhurbaşkanı, New York toplantısının üzerinden bir aydan kısa bir süre geçtikten sonra doğrudan bir diyalog gerçekleştirdi. Görünen o ki,  İstanbul’daki müzakereler çok daha geniş bir formatta gerçekleşti. Eurofighter savaş uçaklarının satışından Almanya’nın Türklere Schengen vizesi vermeyi reddetmesine,  Berlin’in Ankara’ya uyguladığı ambargo, Ankara’nın Almanya’nın İsrail’e askeri destek sağlamasına verdiği olumsuz tepkiden ordunun kaldırılmasına kadar pek çok konu tartışmaya açıldı…

Gelelim en önemli meseleye BRİKS zirvesi ve Türkiye’nin bu ekonomi birliğe katılımı konusuna. Herkesin kafasındaki soru şu ki, BRİKS’e katılım Türkiye pazarının dolar asılacağını azalta bilecek mi, yoksa aksine doların ülkede daha da yükseklere tırmanmasına mı neden olacak?

Öncelikle altını çizmek gerekir ki, 22 Ekim’de Rusya’nın Kazan şehrinde başlayan BRICS Zirvesi, Ukrayna ile savaşın başlangıcından beri düzenlenen en büyük uluslararası etkinlik olarak tarihe geçti. Üye ülkelerin liderlerinin yanı sıra birliğe katılmayı düşünen ülkelerden temsilciler de zirveye katılıyor.

Burada önemli konulardan biri de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de zirveye katılan isimler arasında ve  bu katılım özellikle Ukrayna’nın tepkisini çekti. Rusya aslında bir nevi bu zirvenin gerçekleşmesi ile  ABD ve Avrupa’ya Moskova’yı yalnızlaştıramayacağını göstermeyi amaçlıyor gibi yorumlaya biliriz.

Fakat zirveye katılan diğer ülkelerin Kremlin’inkinden bağımsız kendi gündemleri olduğunun altını çizsek de, yabancı basın BRİKS Zirvesini “Putin’in Sembolik Zaferi” diye tanımladı.

 Küresel Güney içerisindeki 30 ülkeden diplomatlar ve bakanlar da zirveye katılarak aynı fikri temsil ettiklerini göstermiş oldular. Bu ülkeler arasında Çin, Hindistan, İran, Türkiye, Güney Afrika’nın yanı sıra Mısır ve Etiyopya da var.  Tabi bu ülkelerden bazıları Rusya gibi Batı’nın yaptırımlarıyla karşı karşıya olsa da aralarında Türkiye gibi ABD müttefiki ve NATO üyesi ülkelerin de olmasını hatırlatmakta fayda var.

Bu ülkelerin liderlerinin Rusya’yı ziyaret ederek Putin ile el sıkışmaktaki – ya da Narendra Modi’nin yaptığı gibi sarılmaktaki – istekliliği, Moskova’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin Küresel Güney’in çoğunda, Washington ya da Avrupa’nın genelinde olduğu gibi uluslararası bir tehdit olarak algılanmadığını, yalnızca bölgesel bir çatışma olarak değerlendirildiğini gösteriyor.

Fakat Kremlin’e sembolik bir destek vermenin haricinde BRICS Zirvesi’nden hangi somut sonuçların çıkacağı net değil.

ABD dolarının küresel hakimiyetine meydan okumak için alternatif para birimlerinin kullanılması ve dolarizasyonun kaldırılmasıyla ilgili tüm konuşmalara rağmen, zirvenin internet sitesinde katılımcılara Mastercard ya da Visa kartları Rusya’da kullanılamadığı için nakit para getirmeleri hatırlatılıyor, “Rusya’nın çoğu bankasında sadece ABD doları ya da euro rubleye çevrilebilir” deniyor.

BRİKS Zirvesinde özellikle Hindistan ve Çini göz önünde bulundurursak, iki etkin gücün temsil olunması büyük bir etken. Diğer taraftan NATO üyesi Türkiye’nin bir elde iki karpuz tutma çabasından kaynaklansa gerek ki, Türkiye, BRICS ile işbirliğinin Avrupa Birliği (AB) ile yürüttüğü gümrük birliği anlaşmasına alternatif değil tamamlayıcı olduğunu vurguluyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zirvede yüz yüze görüşme öncesi açıklama yapan Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, Türkiye’nin NATO üyesi olmasının, BRICS üyeliği önünde engel oluşturmadığını söyledi.

Ama tesadüf olmasa gerek ki, BRİKS Zirvesiyle aynı anda  Ankara’da Türkiye’nin savunma sanayinde elde ettiği başarılar hedef alınarak, Türk savunma sanayisinin lokomotif kuruluşlarından olan TUSAŞ’a yönelik  terör eylemi düzenleniyor.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş da konuşmasında “Sıradan bir terör saldırısı olmadığının altını çizmemiz lazım.  Sayın Cumhurbaşkanımızın Rusya’daki temasları sırasında bu saldırının yapılmış olması da tesadüf değildir”gibi konuşmasını belirmekte de fayda var.

Yabancı ekonomi uzmanları ise  Zirvenin ana gündem maddeleri arasında BRICS ülkelerinin kendi aralarında bir ödeme sistemini geliştirmek isteğini ve  Ankara’nın tutumunu değerlendirirken, birçok farklı uluslararası örgüte katılım göstererek kendi ekonomik çıkarlarının peşinden gittiği şeklinde yorumlasa da, son olaylar bu çıkarların peşinden gitmenin Türkiye için hiç de kolay olmayacağını gösteriyor.

Ülker Fermankızı